"Üçümüz
işten çıktıktan sonra eve yürürken sadece hayatın kıyısında kalmış
insanların duyabilecekleri bir heyecanla dünyanın halinden konuşuruz. Bu
heyecanın zaman öldürmek, bürodan Montparnasse’a yürümek için gerekli
üç çeyrek saati katletmek için duyulması gece yatağa girerken çok tuhaf
gelir bana bazen. Şunun ya da bunun geliştirilmesi için olağanüstü
parlak fikirler üretiriz ama onları hayata geçirebilecek bir araç
olmaz.
Yarın ellerimizin üzerinde yürümemiz emredilse hiç karşı koymadan itaat edeceğiz, asıl tuhaf olan bu.”
Sahip olduğum her şeyi kaybetmenin, sokaklarda açlık ve polis
korkusu içinde yürümenin ne olduğunu bilmekle birlikte, korkunç
denebilecek bir şey gelmemişti başıma o güne dek.
Tek bir arkadaş bile bulamamıştım henüz, ki üzücü olmaktan çok
şaşırtıcıydı çünkü o güne kadar gittiğim her yerde çok kolay olmuştu
arkadaşlık kurmak. Ama dediğim gibi, korkunç denebilecek hiçbir şey
gelmemişti başıma.
Arkadaşsız da yaşayabilir insan, sevgisiz, hatta parasız bile.
İnsan Paris’te sadece keder ve ıstırapla yaşayabilir, bunu keşfetmiştim.
Acı bir perhiz gerçi, kimileri için en iyisi belki de. Her neyse,
tükenmemiştim henüz.
Felaketle cilveleşiyordum sadece.
Mutlaka okunması gereken 30 yıldan fazla yasaklı kalmış bir kitap,bir iç çekiş bir haykırış..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder