416 Sayfa -1982 Nobel Edebiyat Ödülü
Yakın akraba evliliği
yüzünden ancak yüz yıl sonra soylarının tükenmesiyle bitecek olan
yüzyıllık yalnızlıkla lanetlenmiş bir soyun Macondo adlı düşsel bir
nehir kasabasındaki içsel yalnızlığı konu alınmıştır.
Türkiye’de ilk
yayımlanmasının üzerinden yirmi üç yıl geçtiği hâlde bugün hâlâ
basılıyor olması, Marquez’in bu başyapıtının dünyayı saran Latin
büyüsünün bir kanıtıdır.
Özet;
Aslen José Arcadio Buendia – Ursula Iguarán çifti, oğulları José Arcadio Buendia – Aureliano Buendia(Albay), ve kızları Amaranta Buendia olmak üzere beş kişilik bir aile konu alınmakta fakat sonra çok geniş bir kitleye yayılan soylarının yüz yıllık ömrü eserin ana temasını oluşturmaktadır. Öldürdükleri bir adamın ruhunun verdiği rahatsızlıktan ve iç huzursuzluktan kaçan; yakın akraba evliliğiyle domuz kuyruklu bir çocuğun doğması vasıtasıyla lanetlenmiş bir soydan gelen José Arcadio Buendia ve Ursula Iguarán çifti, dağları aşarak bir nehir kıyısına yerleşir ve “Macondo” ismini verdikleri bir kasaba kurarlar. Macondo Kasabası’nın yüz yıllık soylarının yalnızlık lanetine bir ömür ev sahipliği yapacağı o zamanlar hiç akıllarında yoktur. Her yıl bir çingene obasını ağırlamaya da başlayan kasabanın dış dünyayla olan tek bağlantısı bu çingeneler ve onların her yıl bir mucize gibi tanıttıkları icatlardır. José Arcadio Buendia’nın icatları takıntı haline getirip bir gün aklını tamamen yitirmesine ve bağlandığı acın altında yalnız başına ölmesine kadar sürükleyen ilham kaynağı da bu “mucize” aletlerdir. Ailenin kurucusu rolündeki Ursula ise çevresinde olup biten saçma veya sapkın her türlü olaya mantığıyla el koyabilen tek kişidir. Melquiades ise ne kadar önemli bir rolü olduğu ancak kitabın son sayfalarında tam anlamıyla ortaya çıkan ve aileyi tarihini yazacak kadar iyi tanıyan bir çingenedir. Belki yalnızlıktan tek kaçışları olarak gördükleri çingenelerin büyüsüne sonradan kendilerini kaptırıp soylarının yüksek rakamlı bir kitleye sahip olmasına yol açan ailenin gençleri üzerinde bu obanın çok önemli bir rolü olduğunu söylemek elbette yanlış olmayacaktır. Ne var ki ne kadar çoğalırlarsa çoğalsınlar Buendia soyu bir kere lanetlenmiştir ve bu çoğalma dürtüsü yüz yıllık bir laneti ortadan kaldırmaya yetmeyecek; ölüm elbet yalnız bir anında Buendiaların nefesinin önünde bitiverecektir. Hayatları boyunca yeniliklerle, iktidar çatışmalarıyla, takıntılarla ve gerçeküstü hastalıklarla savaşan Buendia ailesinde lanet gerçeği hep bir “korkulan sınır” niteliğini almıştır.
Din kavramınınsa çok da ön planda bulunmadığı bu eserde lanet kavramı o kadar ön plandadır ki; kaçarken, aslında onun gerçekleşmesine bizzat yol açtıkları düşünülürse dindeki “kader” kavramının yerine “lanet” kavramını atadıkları söylenebilir. Hayatları boyunca bu lanet korkusundan kaçıp saklanmaya çalışan Buendia ailesi her şeye rağmen bir şekilde pes etmiş, gerek kendilerini yalnızlıklarına kapattıkları bir odada, gerek yalnız yaşayan bir ağacın gölgesi altında; kimsesiz bir şekilde hayata gözlerini yumarak lanetlerine boyun eğmişler; ya da onu bizzat gerçekleştirmişlerdir.
Üç Kahraman
Kitabın ana konusunu oluşturan Albay Aureliano Buendia, dönemin liberalizm ve muhafazakârlık görüşleri ve iktidar kavgaları arasında kendisini sürekli bir gelgit içerisinde bulmuştur. Sonunda liberalizmi benimseyerek katıldığı savaşların otuz ikisini de kaybeden Albay, sinirle sarf ettiği tehditler yüzünden on yedi farklı eşten olan on yedi oğlunun on yedisinin de kurşuna dizildikleri haberiyle çareyi yalnız bir ölümde bulmuştur. Onu ölüme iten sebeplerden savaşları kaybetmesini millî bilinçle değil, sırf şahsî onuru adına katılmış olmasının bir sonucu olarak düşünmesi ve bunun suçluluğundan kendisini alamaması da hesaba katılırsa; iç huzurdan yoksunluğun yol açtığı bir “yalnız ölüm” olduğundan söz edilebilir.
romanın en güçlü kahramanı olan Ursula, evin annesi, din kavramından oldukça uzak olan diğer kahramanların yanında; dindar, güçlü, azimli, mantıklı, özverili ve her şeyden önce bütün ailenin kurucusu rolündedir. Öyle ki yalnızlık lanetine en çok direnen de kendisidir. Yaşlılık gözlerini kör ettiğinde dahi bunu kimseye belli etmeden bir süre direnebilmiş, daha sonra o da yalnız bir şekilde ölü bulunmuş ve Marquez bu durumu “yaşlılığın aşılmaz yalnızlığı” olarak nitelendirmiştir.
Son olarak kasabaya gelip giden Melquiades, ailenin yüz yıllık geçmişine oldukça önemli katkıları olan, sihirli güçlere sahip bir çingenedir. roman, aslında Melquiades’in ayrıntılarıyla kaleme aldığı Buendia ailesinin hayatının, soyun son ferdi tarafından okunmakta olduğu el yazmalarından başka bir şey değildir. Soyun hayatta kalan son ferdi, kardeşi olduğunu sandığı eşinin aslında teyzesi olduğunu da el yazmalarından öğrenmiştir ki bu da karışık (lanetli) soy ilişkilerinin açık bir göstergesidir. Ne var ki yüz yıllık lanetin bu son üyesinin sonu da çingenenin el yazmalarında yazmaktadır. Bir taraftan kendi sonunu okurken bir taraftan da okuduklarını saniyesi saniyesine yaşayan son üye; yüzyıllık yalnızlık lanetini, yalnız ölerek noktalamaktadır.
Kitabın İletisi
‘Kalabalıklar içerisinde yalnız kalmak’ durumunu, ‘yalnız ölüm’ gibi oldukça ürkütücü bir tasvirle okuyucuya sunan Marquez, bunun sebebi olarak da ‘iç huzurdan yoksun olma’nın her örneğinde altını çizmiştir. Ne kadar kalabalık bir toplum içerisinde yaşıyor olursak olalım, ne kadar geniş bir çevremiz olursa olsun, iç huzurumuz yoksa yalnızlık denilen “lanet” en yalnız anımızda bizi yakalayıp kaçınılmaz sonla buluşturabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder