12 Şubat 2012 Pazar

Kürk Mantolu Madonna (02.12)

Yapı Kredi Yayınları-164 Sayfa
  ”Dünya’nın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!...Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
 Özet:
Roman,  bankadaki işinden çıkarıldıktan sonra eskiden tanıdığı Hamdi isimli bir arkadaşının yanında iş bulan ve Raif Bey isimli birinin yanında çalışmaya başlayan bir kişinin anlatımıyla başlar. Kendisine iş bulan arkadaşı Hamdi, tipik bir patrondur. Arkadaşı olmasına rağmen yanında iş bulan kişiye düşük ücret vermekten kaçınmaz. Çalıştırdığı kişilere tepeden bakar ve onları sık sık denetler. Yanında iş verdiği arkadaşına okul günlerindeki tembelliğini anımsatırken, kendisinin daha tembel olduğu gerçeğini görmezden gelir; bunun yanında arkadaşının yanında çalışan ve çok iyi Almanca bildiği için Almanca metinlerin tercümesiyle uğraşan kişiyi sık sık azarlamaktan ve imalı sözlerle rahatsız etmekten kaçınmaz. Raif Bey’ in cevap vermemesi ve tepki göstermemesi onu daha da cesaretlendirir. Raif Bey’ i zayıf bulduğu için onu ezmekten kaçınmaz.
Bu özellikleriyle güce ve güçlüye değer veren, zayıfı ezen duyarsız ve zalimce davranan bir insan tipi çizer. Günümüzde de örneği görülen bu tutum, işyerlerindeki mobbingin o dönemdeki bir örneğidir. Ayrıca onun yanında çalıştırdığı eski arkadaşına bile zaman zaman tepeden bakması, düşük ücret vermesi, patronlaşmanın etkisiyle giderek bencilleştiğini ve duyarsızlaştığını göstermektedir. Raif Bey ise sadece işine önem veren, bunun dışında kendine, hayata önem vermeyen, para ve kariyer peşinde koşmayan bir kişidir. Şirkette çalışanlar da ona önem vermez, onu herhangi bir özelliği olmayan bir şey gibi görürler. Onlara göre Raif Bey, varlığı ve yokluğu belli olmayan bir kişidir. Ancak Raif Bey bu durumdan şikâyetçi değildir ve yanına yeni gelen arkadaşı dışındaki çalışanlarla da fazla konuşmaz. Raif Bey için aynı durum evde de geçerlidir. Orada da kalabalık akrabalarının çoğu onu düşünmemekte, sadece menfaati oldukları zaman hatırlamaktadırlar. Bu durum Raif Bey’ in çevresine, topluma yabancılaştığını göstermektedir. Bu yabancılaşmanın nedeni ise yanında çalıştığı yeni arkadaşının bir gün Raif Bey hastayken, onun izniyle işyerinin çekmecesindeki sobada yakmak için aldığı anı defterini okumasıyla ortaya çıkar.
Anı defterinde bahsedildiği gibi Raif Bey, babasına ait sabun atölyesini geliştirmek ve modernleştirerek iş sahibi bir insan olabilmek için Berlin’e Almanya’ ya gider. Orada Bir pansiyonda kalır ve şehri yakından tanımaya çalışır. Bu sırada Almanya Birinci Dünya Savaşı Yenilgisinin yarattığı ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşmaktadır; yılgınlık ve öfke içindedir. Özellikle Alman Toplumu’nun burjuva ve küçük burjuva kesimlerinde ve işsiz kalmış subaylarda bu öfke daha da güçlüdür. Bu işsiz kalmış subaylar Raif Bey’ in kaldığı pansiyona sıkça gelerek ‘Almanya nasıl kurtulur?’diye hararetli tartışmalara girerler. Aslında sadece Almanya’nın değil; bilerek veya bilmeyerek kendi durumlarını ve toplumsal konumlarını da tartışmakta, savaş sonrası toplumsal konumlarının zayıflamasından dolayı büyük bir hoşnutsuzluk duymaktadırlar. Raif Bey bir süre bu konuşmaları dinledikten sonra dışarı çıkıp Berlin’ in tiyatrolarını, müzelerini ve gece kulüplerini gezmekte ve içki içmektedir. Bu sırada gündüz gördüğü bir müzedeki kürk mantolu bir kadının portresinden çok etkilenir ve şehirdeki yalnızlığını bu resimle paylaşmak için sık sık bu müzeye gelir. İsmi Maria Puder olan bu kadınla farkında olmadan orada tanışır. Bir gece de onunla sokakta karşılaşır ve ona âşık olur. Maria Puder’ de kendisi gibi yalnız ve yabancılaşmış bir insan olup; Raif Bey gibi topluma yabancılaştığından insanlara, özellikle erkeklere karşı mesafeli davranmakta ve geceleri bir kulüpte şarkı söylemektedir. Raif Bey bu kulübe sık sık gelir ve Maria Puder’ le birlikte Berlin’ in birçok yerini gezer. Sevdiği kadınla birlikte dolaşıp konuştuğunda dünyaya yeni gelmiş gibi bir mutluluk duyar. Aradığı insanı bulmuş gibidir. Uzun zamandan beri ilk defa birine karşı kendini bu kadar yakın hissetmenin mutluluğunu yaşamaktadır. Maria Puder ise onu klasik erkek tipinden oldukça farklı biri gibi görmekte, diğer erkeklerde olan sahip olma ele geçirme, kadını değerli bir ziynet eşyası gibi görme düşüncesinin onda olmamasından dolayı onu beğenmekte ve ona âşık olmaktadır. Ayrıca bu ilişki Maria Puder için çevresinde gördüğü ve tanık olduğu çoğu ilişkiden daha farklıdır.  Fakat Raif Bey’in kendisiyle birlikte olduğu gecenin sabahında bu ilişkinin de toplumda tanık olduğu diğer ilişkilere benzemesi ve Raif Bey’ in de diğer erkekler gibi davranabileceği endişesi ve ilişkinin monotonlaştığını düşünmesi nedeniyle ilişkiye ara vermiştir. Daha sonra Prag’ a gitmiş, Raif Bey’ de babasının ölüm haberini alır almaz Balıkesir’e babasının çiftliğine geri dönmüştür. Ancak döndükten sonra babasının çiftliğinde rahat edememiş, eniştelerinin babasının birçok arsasını elinden çeşitli yollarla aldıklarını anlamıştır. Böylece babasının ölümünden sonra gerçekte bir ailesinin de olmadığını anlamıştır. Bu yalnızlık içinde tek mutluluğu Maria Puder’ le mektuplaşması olmuş; yabancılığını ve yalnızlığını bu yolla gidermeye çalışmıştır. Ancak mektuplar birdenbire kesildiğinde ondan da ümidini kesmiş ve hayata karşı tamamen küserek, hiçbir şeyi umursamamaya başlamıştır. Bundan sonra borçlarını ödemek için çiftliğinden kendisine kalanı satmış ve bir işe girip çalışmaya başlamış,  evlenmiş ve Ankara’ ya gelip yerleşmiştir. Ancak ne iş ne de evlilik onun gözünde fazla bir önem taşımamıştır. Berlin’ de yaşadığı mutlu günlerden sonra ülkesinde toplum ve ailesi içinde yalnız bir birey olarak yaşamıştır.
Aradan uzun zaman geçtikten sonra bir gün Berlin’ de kaldığı pansiyondaki kadınla Ankara’ da sokakta karşılaşmış ve Maria Puder’ in seneler önce hastalıktan öldüğünü, mektupların bu yüzden kesildiğini; ama ondan bir kızı olduğunu öğrenmiştir. Bundan sonra tek tesellisi bu kız olmuş ve bir süre sonra hastalanınca kendini tamamen bırakarak ölüme teslim olmuştur.
Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. Bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. Göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa mı, diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk...
 ...insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar...
 Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur
 Aşk dağıldıkça azalan birşey değildir..
 Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi..
 Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu..
Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi o kadar mühim değil,çünkü ömrümüzü senelere ayırmak insanın uydurmasıdır.İnsan ömrü doğumdan ölüme uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her taksimat sünidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder