Yapı Kredi Yayınları-164 Sayfa
”Dünya’nın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı
hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha
maliktir!...Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri
mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri
zannediyoruz?”
Özet:
Roman, bankadaki işinden çıkarıldıktan sonra eskiden tanıdığı Hamdi
isimli bir arkadaşının yanında iş bulan ve Raif Bey isimli birinin
yanında çalışmaya başlayan bir kişinin anlatımıyla başlar. Kendisine iş
bulan arkadaşı Hamdi, tipik bir patrondur. Arkadaşı olmasına rağmen
yanında iş bulan kişiye düşük ücret vermekten kaçınmaz. Çalıştırdığı
kişilere tepeden bakar ve onları sık sık denetler. Yanında iş verdiği
arkadaşına okul günlerindeki tembelliğini anımsatırken, kendisinin daha
tembel olduğu gerçeğini görmezden gelir; bunun yanında arkadaşının
yanında çalışan ve çok iyi Almanca bildiği için Almanca metinlerin
tercümesiyle uğraşan kişiyi sık sık azarlamaktan ve imalı sözlerle
rahatsız etmekten kaçınmaz. Raif Bey’ in cevap vermemesi ve tepki
göstermemesi onu daha da cesaretlendirir. Raif Bey’ i zayıf bulduğu için
onu ezmekten kaçınmaz.
Bu özellikleriyle güce ve güçlüye değer veren,
zayıfı ezen duyarsız ve zalimce davranan bir insan tipi çizer. Günümüzde
de örneği görülen bu tutum, işyerlerindeki mobbingin o dönemdeki bir
örneğidir. Ayrıca onun yanında çalıştırdığı eski arkadaşına bile zaman
zaman tepeden bakması, düşük ücret vermesi, patronlaşmanın etkisiyle
giderek bencilleştiğini ve duyarsızlaştığını göstermektedir. Raif Bey
ise sadece işine önem veren, bunun dışında kendine, hayata önem
vermeyen, para ve kariyer peşinde koşmayan bir kişidir. Şirkette
çalışanlar da ona önem vermez, onu herhangi bir özelliği olmayan bir şey
gibi görürler. Onlara göre Raif Bey, varlığı ve yokluğu belli olmayan
bir kişidir. Ancak Raif Bey bu durumdan şikâyetçi değildir ve yanına
yeni gelen arkadaşı dışındaki çalışanlarla da fazla konuşmaz. Raif Bey
için aynı durum evde de geçerlidir. Orada da kalabalık akrabalarının
çoğu onu düşünmemekte, sadece menfaati oldukları zaman
hatırlamaktadırlar. Bu durum Raif Bey’ in çevresine, topluma
yabancılaştığını göstermektedir. Bu yabancılaşmanın nedeni ise yanında
çalıştığı yeni arkadaşının bir gün Raif Bey hastayken, onun izniyle
işyerinin çekmecesindeki sobada yakmak için aldığı anı defterini
okumasıyla ortaya çıkar.
Anı defterinde bahsedildiği gibi Raif Bey, babasına ait sabun
atölyesini geliştirmek ve modernleştirerek iş sahibi bir insan olabilmek
için Berlin’e Almanya’ ya gider. Orada Bir pansiyonda kalır ve şehri
yakından tanımaya çalışır. Bu sırada Almanya Birinci Dünya Savaşı
Yenilgisinin yarattığı ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşmaktadır;
yılgınlık ve öfke içindedir. Özellikle Alman Toplumu’nun burjuva ve
küçük burjuva kesimlerinde ve işsiz kalmış subaylarda bu öfke daha da
güçlüdür. Bu işsiz kalmış subaylar Raif Bey’ in kaldığı pansiyona sıkça
gelerek ‘Almanya nasıl kurtulur?’diye hararetli tartışmalara girerler.
Aslında sadece Almanya’nın değil; bilerek veya bilmeyerek kendi
durumlarını ve toplumsal konumlarını da tartışmakta, savaş sonrası
toplumsal konumlarının zayıflamasından dolayı büyük bir hoşnutsuzluk
duymaktadırlar. Raif Bey bir süre bu konuşmaları dinledikten sonra
dışarı çıkıp Berlin’ in tiyatrolarını, müzelerini ve gece kulüplerini
gezmekte ve içki içmektedir. Bu sırada gündüz gördüğü bir müzedeki kürk
mantolu bir kadının portresinden çok etkilenir ve şehirdeki yalnızlığını
bu resimle paylaşmak için sık sık bu müzeye gelir. İsmi Maria Puder
olan bu kadınla farkında olmadan orada tanışır. Bir gece de onunla
sokakta karşılaşır ve ona âşık olur. Maria Puder’ de kendisi gibi yalnız
ve yabancılaşmış bir insan olup; Raif Bey gibi topluma
yabancılaştığından insanlara, özellikle erkeklere karşı mesafeli
davranmakta ve geceleri bir kulüpte şarkı söylemektedir. Raif Bey bu
kulübe sık sık gelir ve Maria Puder’ le birlikte Berlin’ in birçok
yerini gezer. Sevdiği kadınla birlikte dolaşıp konuştuğunda dünyaya yeni
gelmiş gibi bir mutluluk duyar. Aradığı insanı bulmuş gibidir. Uzun
zamandan beri ilk defa birine karşı kendini bu kadar yakın hissetmenin
mutluluğunu yaşamaktadır. Maria Puder ise onu klasik erkek tipinden
oldukça farklı biri gibi görmekte, diğer erkeklerde olan sahip olma ele
geçirme, kadını değerli bir ziynet eşyası gibi görme düşüncesinin onda
olmamasından dolayı onu beğenmekte ve ona âşık olmaktadır. Ayrıca bu
ilişki Maria Puder için çevresinde gördüğü ve tanık olduğu çoğu
ilişkiden daha farklıdır. Fakat Raif Bey’in kendisiyle birlikte olduğu
gecenin sabahında bu ilişkinin de toplumda tanık olduğu diğer ilişkilere
benzemesi ve Raif Bey’ in de diğer erkekler gibi davranabileceği
endişesi ve ilişkinin monotonlaştığını düşünmesi nedeniyle ilişkiye ara
vermiştir. Daha sonra Prag’ a gitmiş, Raif Bey’ de babasının ölüm
haberini alır almaz Balıkesir’e babasının çiftliğine geri dönmüştür.
Ancak döndükten sonra babasının çiftliğinde rahat edememiş,
eniştelerinin babasının birçok arsasını elinden çeşitli yollarla
aldıklarını anlamıştır. Böylece babasının ölümünden sonra gerçekte bir
ailesinin de olmadığını anlamıştır. Bu yalnızlık içinde tek mutluluğu
Maria Puder’ le mektuplaşması olmuş; yabancılığını ve yalnızlığını bu
yolla gidermeye çalışmıştır. Ancak mektuplar birdenbire kesildiğinde
ondan da ümidini kesmiş ve hayata karşı tamamen küserek, hiçbir şeyi
umursamamaya başlamıştır. Bundan sonra borçlarını ödemek için
çiftliğinden kendisine kalanı satmış ve bir işe girip çalışmaya
başlamış, evlenmiş ve Ankara’ ya gelip yerleşmiştir. Ancak ne iş ne de
evlilik onun gözünde fazla bir önem taşımamıştır. Berlin’ de yaşadığı
mutlu günlerden sonra ülkesinde toplum ve ailesi içinde yalnız bir birey
olarak yaşamıştır.
Aradan uzun zaman geçtikten sonra bir gün Berlin’ de kaldığı
pansiyondaki kadınla Ankara’ da sokakta karşılaşmış ve Maria Puder’ in
seneler önce hastalıktan öldüğünü, mektupların bu yüzden kesildiğini;
ama ondan bir kızı olduğunu öğrenmiştir. Bundan sonra tek tesellisi bu
kız olmuş ve bir süre sonra hastalanınca kendini tamamen bırakarak ölüme
teslim olmuştur.
Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü
asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. Bizim
mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. Bir kadın, trenin
penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası
kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise
dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit,
hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak devrin gıpta ettiği bir kafayı
parçalayabilirdi. Göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa
mı, diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç
mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok
cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk...
...insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için
bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve
ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih
ediyorlar...
Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli
olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını
bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur
Aşk dağıldıkça azalan birşey değildir..
Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu
kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün
insanlığın timsaliydi..
Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu..
Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi o kadar mühim değil,çünkü ömrümüzü senelere ayırmak insanın uydurmasıdır.İnsan ömrü doğumdan ölüme uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her taksimat sünidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder