“Sevgili okuyucularım, yemin ederim, her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır.”
Dostoyevski, iki bölümden oluşan bu kitabının birinci bölümünde, hayatını ”Yeraltı” diye isimlendirerek savunduğu fikirlere değiniyor. “Sulu Sepken Üzerine” adlı ikinci bölümde ise, 24 yaşındayken başından geçen ve yeraltına çok daha yakınlaşmasına sebep olan olayları anlatıyor.
Bilinmez bir karanlık gibi insanı içine çeker yeraltı. Artık oraya düşmüş olanların kalplerindeki yaşam ışığı söner. Asabiyeti ve öfkeyi içinde barındıran yeraltının ürkütücü soğukluğundan kurtulmak hiç de kolay değildir.
ÖZET:
Yeraltının gerçek isimlerindendir; “ Her zaman bir böcek olmak istemişimdir.” Diyen karanlık faresi… İki kere ikinin dörde karşılık geldiğine bir türlü anlam veremeyecek kadar zorlar aklın sınırlarını. Ona göre acı çekmek büyük bir hazdır. Tokat yemekten, diş ağrısı çekmekten ve hatta acıyı inlemelere dökmekten büyük zevk alır.
Tokat yiyince şuurun kendini yenilediğini söyleyen yeraltı kahramanı, bir gün önünden geçtiği meyhanedeki, dayak yiyen adamın yerinde olmayı gerçekten ister. Fakat bunu bile başaramaz. Meyhanenin önünde o adam gibi tokat yediğinin hayalini kurarken, iri görünümlü bir subayın ona “ hiç” gibi çarparak geçmesiyle, beyninde hayalin yerini, subaydan öç alma duygusu kaplar. İşte o günden sonra subayı takip eder ve ona omuz vurmak için can atar günlerce. Yol üzerinde subayın karşıdan geldiğini görünce de kenara çekilerek ona yol verir. Ama bir gün ona çarparak geçme arzusu içini kemirir. Bu isteğini gerçekleştirebilmek için önce üzerindeki eski kıyafetlerin yerine, erken çektiği maaşıyla yeni kıyafetler alır. Subaya omuz vururken yoksul görünmemek için. Bir gün gelir, subaya yol vermez ve ona çarparak geçer ama sarsılan yine kendisi olur. Sonuçta amacına ulaşmış olması onun için yeterlidir.
O, küçük görülmekten ve aşağılanmaktan zevk alır. Hiçbir zaman birinden af dilemez. Af dilemekten nefret eder. Bunun sebebi ise; söyleyemediğinden değil, aksine çok kolay söylenebilecek sözler olduğudur.
Bütün bu düşüncelerinin aksine bir gün, nefret ettiği eski okul arkadaşlarının buluşmalarına katılma kararı alır. Kendisini aralarına kabul eden arkadaşlarını çok fazla önemsemediğini belli etmek için buluşma yerine geç gider. Ama arkadaşlarının buluşma saatini erteleyip, ona haber vermediklerini öğrenince hem öfkelenir hem de içinden kendini bir hiç gibi görme duygusu alevlenir. Arkadaşları gelene kadar alkol alır. Geldiklerinde hesap soracak, kızıp bağıracaktır. Ama durum böyle olmaz, onlara nutuk çekerken rezil olduğuyla kalır. Arkadaşları bir özür bile dilemez, onu kaile almazlar. O ise ne umutlarla geldiği bu buluşmanın, hayatının en kötü gecesi olacağını nereden bilecekti?
Okul yıllarından beri nefret ettiği insanlardan öç almak için, istenmeyen kişi olarak onların gittiği başka bir mekâna gider. “Öç alma duygusuna kapılan insanların, o anda tüm düşünceleri silinip beyinleri, o duyguyla dolup taşar. Böyle bir insan amacına ulaşmak için, kızgın bir boğa gibi boynuzlarını doğrultup hedefine doğru durmaksızın ilerlerken onu durdurabilecek tek şey, önüne çıkacak olan duvardır”. Bu duvar da arkadaşlarının gittiğini sandığı mekânda onların yerine gördüğü Liza adındaki kızdır.
Öfkeyle mekâna gelen adam, aradığı kişileri bulamaz. Liza ile karşılaşır. Onunla konuştuktan sonra, Liza’nın hayatın yüksek uçurumlarından düştüğünü öğrenir. Bu kötü yoldan kurtulması için ona akıl verir. Sanki bir anda yeraltından çıkmış, hayatın gerçek havasını solumuştur. Lakin bu hali uzun sürmez. Tekrar yeraltına inerek, nemli havayı solur. Aşağılanmaktan ve aşağılamaktan hoşlandığı için, çok zaman geçmeden kendinden düşük gördüğü bu kızı hor görmeye başlar. Oradan ayrılırken Liza’ya evinin adresini bırakır, sonradan çok pişman olacağını düşünerek… Pişmandır, çünkü ona akıl veren bu adamı, zavallı halde görmemelidir. Liza’nın gözündeki yüce adamın, dökük evi ve yırtık sabahlığıyla alçalmasından korkar ve gelmemesini ister. Liza ise kendisi hakkında verdiği kararları açıklamak için, onun görmesini istemediği evine gider. Artık, geçtiği kötü yollardan uzaklaşmak istediğini söyler. Zavallı ev sahibi, Liza’yı küçük düşürür. Kızıp bağırarak, buraya gelmesini istemediğini söyler. Liza ağlayarak dönüp giderken, arkasından bağırır ama ses duyulmaz yeraltının derinliklerinden…
Bir yandan da Liza’nın aşağılanarak gittiğinin iyi olduğunu düşünür. Çünkü onu küçük düşüren bu duygu; ruhunu kasıp kavurur, aynı zamanda da onu yüceltir düşüncesindedir.
“Keşke sırf tembelliğimden dolayı hiçbir şey yapmıyor olsaydım. Eğer böyle olsaydı kendime daha çok saygı duyardım. En azından tembelliğim var derdim ve buna güvenebilirdim.” Diyerek kendisine sadece bir sıfat konulmasını istemişti. Ne meyhanenin önünde ezilecek, ne de Liza’yı küçük düşürecekti… Eğer kendine ait bir sıfat bulabilmiş olsaydı, yeraltının derinliklerinden dinlemezdik Dostoyevski’yi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder