25 Nisan 2014 Cuma

Karagöz ile Hacivat

Orhan Gazi babası Osman Bey'in anısına o dönem ki başkent Bursa'da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş. Emrindeki bütün mimarları çağırmış huzuruna. "Babam Osman Gazi'nin anısına güzel olduğu kadar görkemli bir camii yapılmasını istiyorum. En güzel projelerinizi yapın getirin bana." demiş onlara. Kısa bir süre sonra bütün mimarlar en güzel projeleriyle Orhan Gazi'nin huzuruna gelirler. Bütün projeleri tek tek inceleyen Orhan Gazi içlerinden en beğendiğinin sahibi mimarı çağırtmış ve ona kusursuz bir işçilik istediğini söylemiş; "Yörenin en iyi ustaların bulacaksın ve en kaliteli malzemeleri kullanacaksın, hiçbir masraftan da kaçınmayacaksın" diye de belirtmiş. Mimarbaşı birkaç gün içerisinde ülkenin dört bir tarafından en iyi ustaları toplamayı, en kaliteli ve güzel malzemelerin getirtilmesini sağlamış ve sultanın huzuruna çıkmış. Mimarbaşı; "Padişahım" demiş, "Yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını topladım. İnşatta kullanılacak bütün malzemeler kılı kırk yararak seçildi. Biz hazırız, emir verirsen hemen başlamak isteriz bu kutlu işe" Mimarbaşı'nın anlattıklarından son derece memnun görünen Orhan Gazi, " Mimarbaşı beni çok iyi dinle" demiş. "Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını dinle şimdi. Bil ki bu camii benim için çok önemli. Bu yüzden ,her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum. Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya." 

İnşaat hemen başlamış tabii ki. Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi'yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz'ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş.

23 Nisan 2014 Çarşamba

Deliliğe Övgü -Desiderius Erasmus

Kitaptan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.O çağın kilise ve din adamlarıylada kitapta baya bi uğraşır.

"öyleyse soruyorum, kendisinden nefret eden adam başkasını sevebilir mi? kendisiyle anlaşamayan kişi başkasıyla anlaşabilir mi? kendisinden bile bıkmış usanmış kişi başkasına keyif verebilir mi? bana göre, insan delilikten daha deli değilse bu sorular karşısında sadece susar..."
 ''deliliğini gizleyen insan,bilgeliğini gizleyen insandan daha iyidir.nasılmış bakın,bilge hiç kimsenin kendisine benzemeyeceğini düşünedursun,kutsal metinler bile açık kalpliliği deliliğe yükler.çünkü vaiz'in 10.bölümde yazdığından,yani deli yolda giderken deli olduğundan,herkesi de deli zanneder ifadesini ben böyle anlıyorum.yoksa herkesi kendinizle eşit görmeniz fevkalade bir dürüstlük göstergesi değil mi;ve herkes kendi itibarını arttırmaya bakarken,sizin kendi meziyetlerinizi başkalarıyla paylaşmak istemeniz?işte bu yüzden o yüce kral 30.bölümde böyle bir cümleyi sarfederken,kendisinin bu adla anılmasından hiç utanç duymamıştır:insanların en delisiyim.putperestlere vaazlar vermiş olan o paulus,corinthuslulara yazdığı mektupta,deli sıfatını üstlenmekte hiç tereddüt etmemiştir:bir deli gibi konuşuyorum,ama çok daha fazlasıyım,sanki delilik kendisini geçen olursa çok büyük ayıp olacakmış gibi.''

20 Nisan 2014 Pazar

MEŞİN KAPLI KİTAP-NAZIM HİKMET RAN

Yaldızlı meşin kabı
Parçalanmış kitabı
Ay altında dün gece
Deli bir derviş gibi
Mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi
Okudum saatlerce

Yaldızlı meşin kabın
Parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın
Çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını
Sandımki eşiyorum bir mezar toprağını
İnce el yazıları canlandı birer birer

Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler
İblis bir yılan oldu Adem Havvaya kandı
Kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm
Koca tahta bir gemi ummanlarda çalkandı
Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh’u gördüm
İsmaili’in topuğu kumdan çıkardı zemzem
Tur-u Sina da Musa kaldırdı kollarını
Asasını vurunca yarıldı bahr-i kulzem
Buldu ben-i İsrail Kudüs’ün yollarını
Zekeriya zikrini
Bir sonsuz aha verdi
Doğdu İsa bikrini
Meryem Allah’a verdi
Kureyş-i Muhammed’e kucak açtı Medine
Bir ateş mezar oldu kerbela Hüseyin’e


Kaçak ve Anne (Yaşar Kurt)


Özgürlük Hapishanesi-Michael Ende


Işığa ulaşmak için acı çekin
Michael, Özgürlük Hapishanesi’nde öncelikle “gerçeklik” kavramı, bu kavramın nasıl algılanacağı ve kim tarafından algılanabileceği sorularına yöneltiyor insanı. İnsanın aklının gerçeği kavramaya yeterli olup olmadığını, bilinen dünyanın dışında başka bir dünyanın ya da bambaşka bir gerçekliğin var olup olmadığını düşünmeye itiyor okuyucusunu. Ama Ende’nin farkı aklı ve gerçekliği bilim yoluyla değil hikâyelerin ortak noktası olan “ışık” ile göstermesi.
 Özgürlük Hapishanesi 8 öyküden oluşuyor.
Birinci öykümüz kendini bir yere ait hissetmeyen, ev ve yuva kavramlarının o bilindik duygusunu kendinde bulamamış ve bu aidiyet hissinin peşinden uzun bir yolculuğa çıkan Cyril’in öyküsü. Hikâye adını da bu ana temadan alıyor: “Uzun Bir Yolculuğun Sonu”.
Borromeo Colmi’nin Koridoru’nda, uzunluğu ve her boyutu belli olan ama sonuna asla ulaşılamayan bir koridor konu alınıyor. Borromeo Colmi’nin sunduğu şeyi anlayanın bir tek kendileri olduğunu düşünen karı kocanın koridorda karşılaştıkları mucizeyle hayrete düşmeleri, bunun sonucunda koridorun öbür ucuna varmadan geri dönmemeye karar vermelerini anlatıyor.
“Henüz hiçbir insanın ayak basmadığı ve Tanrı’nın kararına göre kimsenin asla ayak basmayacağı bir çölün ortasında bulunan eşi bulunmaz değerli taş gerçek değildir. Çünkü gerçek yalnızca, en azından tek bir insan bilincinin bu kavramı oluşturduğu yerde var olabilir. Hayvanlar ve melekler ne gerçeği ne de gerçek olmayanı bilir, çünkü hayvanların kavramları yoktur, melekler ise salt tinsel özleri gereği kusursuz kavramlarla birdir.”
Kitabın en kısa hikâyesi olmasına rağmen bu paragraf nedeniyle beni en çok etkileyen hikâyesi olmuştur.
3. öykümüz her cephesinden kapısı olan ama bir kapıdan içeri girildiğinde anında diğer kapıdan çıkılan yani içi olmadığı düşünülen “Varoştaki Ev”.

Bay Muannit Sahtegi'nin Notları-Vüs`at O. Bener









 Roman kahramanımızın adı Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşuyor:
'Muannit' Arapça bir sözcük ve 'inatçı' anlamına geliyor. 'Sahtegi' ise Farsça bir sözcük ve 'yalancı, sahtekâr' anlamlarını içeriyor. Arapça ve Farsça sözcüklerin bir araya getirilerek yapılan sıfat tamlaması roman kahramanımızın adını oluşturuyor ve 'inatçı sahtekâr, (belki) bir başka söyleyişle 'Sahtekârlıkta, yalancılıkta inat eden' anlamlarını içeriyor. Bu durum daha ilk adımda okuru şaşırtıyor elbette. Aynı zamanda merakını da uyandırıyor. Sahtekârlığa, yalana; ısrarla, inatla devam eden nasıl bir kişidir ve onun notlarında neler vardır acaba? Bu soru hemen yaşamsal bir özellik kazanıyor ve romanı okumaya başlayan kişi daha ilk sayfada, çevresindeki Muannit Sahtegi'leri düşünmeye başlıyor.  
Sahtegi ve günlükler
Kahramanımız az yazsa da bir şair ve yazardır. Asıl mesleği avukatlıktır. Ama bir gün bile yapmamıştır asıl mesleğini. Devlete otuz altı yıl hizmet edip, emekliye ayrılmıştır. Emekli maaşını desteklemesi açısından özel şirketlerde danışmanlık arar, ama avukatlığı hiç düşünmez. Üç evlilik yapmıştır. Biri ölmüş, ikisinden ayrılmıştır. Sonra Fatoş adlı bir kızı evlatlık edinmiştir. Ona gizliden gizliye âşıktır. Bir oda, bir salonluk küçücük evinde onunla yaşamaktadır. Onunla yaşadığı günler, yaşamının en güzel günleridir.
 Ama Fatoş bir yabancıya âşık olur ve

16 Nisan 2014 Çarşamba

Kayıp Romanlar - Vedat Türkali




Doktor Nahit Kotar yıllar süren siyasal sürgünden, tutkuyla bağlı olduğu İstanbul'una dönebildiğinde yetmişinin sonlarındadır. Devrimci bir emeklilik yaşam çizgisi çekmiştir kendince. İstanbul'uyla özlem giderecek, dış ülkelerde sürekli içinde olduğu sanat etkinliklerini ülkesinde izleyecek, artık kapalı olan eski örgütü adına dış ülkelerde sürdürdükleri etkinliklerden üstünde kalmış yüklüce parayı vereceği en uygun örgütü arayıp bu ağır yükten kurtulacaktır. Bir de roman yazmayı düşünmektedir bu arada. Çelişkilerle çalkalanarak değişen, değişemeyen Türkiye'de şaşkınca dolaşmaya başladığı daha ilk günlerinde bir genç kız çıkar karşısına. Aralarında yaş uçurumu olan, inandıklarının tam karşısında değerler tablosunu benimsemiş görünen bu genç kızla, Esme'yle karşılaşması yeni bir dönem başlatmıştır yaşamında. Kızgınlıklar, karşılıklı suçlamalar içinde bağlı oldukları değerleri tartışmaları, birbirlerini gizli, açık, kaçınılmaz biçimde de kendilerini sorgulamaya başlamalarıyla yepyeni bir yola düşerler. Ülkenin özgürlük kavgası, tarihten gelen, çözüm bekleyen Kürt, Ermeni sorunları, tüm bu sorunlarla birlikte dış-iç egemen karanlık güçlerin, mafyaların kanlı gölgesi vardır bu bin bir tehlikeyle dolu yolun üzerinde. Cennet, cehennem karışımı ülkemizde, yer yer yazarın da katıldığı kendine özgü acı, buruk tadıyla bir aşk romanı çıkar ortaya böylece.

Veba-Andreas Frangias


 Veba'da kişisizlikleştirilen, baskı altında tutulan, ağır biçimde çalıştırılan ve benliği yok edilen insanı ve onun yaşama tutunma mücadelesini okuyucuyla buluştururken, romanıyla günümüz insanına da gönderme yapıyor

anti-ütopyanın tüm özelliklerini barındıran Veba'da, bir toplama kampı niteliğindeki kentte uygulanan baskı ve yıldırının en baştaki örneği, çalışanların su içmek için bile müdürlerinden
izin alması gerektiğinedair betimlemedir.
Sineklerin saldırısına uğrayan kentte, kişiliği elinden alınmış, herkesleştirilmiş ve silikleştirilmiş insanlar için belli bir süre sonra 'varoluşun anlamı' yakaladığı sineklerin çokluğuna indirgenir. Bu, aynı zamanda bir emirdir. Ağır koşullara boyun eğme ve çalışma 'ruhların temizlenmesi' ve 'ahlaki açıdan yeniden yapılanma' demektir öte yandan.
Kentteki insanların 'varoluşunun anlamı' ya da 'varlık nedeni' hiç durmadan çalışmaktır. Kişilere, vaat edilen 'en yüce hedefe' çalışmayla ulaşılacağı; böylece varoluşlarının boşa gitmeyeceği ve bunun rüzgârla bile sürüklenemeyeceği benimsetilir. Taşlar kırılır, çukurlar kazılır, bunlara ek olarak da kenti istila eden sineklerden yirmi adet toplaması için insanlar üzerindeki baskı arttırılır. Sinek avlamanın ödülü ise yemek alabilmektir. Sayıyı tutturabilen, o günkü yemeği almaya hak kazanır. Ancak yeterli sayıda sinek yakalamayanlar önce yetkili kurul önüne çıkarılır, sonra da ağır cezalara çarptırılır.